Bu sabaha birkaç dakika da olsa meditasyon yaparak başlamanın mutluluğu, bunu yaptığım için kendimi taktir ve bir de güzel bir haberle başladım. Daha ne olsun 🙂 Madem iyi başladı, devamının da böyle olması için kolları sıvadım ve kahvemi, kaligrafi kalemlerimi ve defterlerimi alıp, masaya oturdum. Hiç çabasız, sadece kelimeler yazarak bile bu pratiği yapmak, hiç bir hedef koymadan birkaç dakika ya da sadece bir kelime bile yazmak yeterliydi benim için. Bir baktım ki zaman akmış ve ben yine eskisi gibi çok keyif almışım. İşte o an aklıma bu yazıyı yazmak düştü. Birkaç yıl önce sıkılıp bıraktığım hobim kaligrafiye dönüşümden önce, “maymun iştahlısın” etiketini aldığım yıllara dönelim. Yani birkaç yıl öncesine, bu hobinin geçmişine ve konumuzla bağlantısına gidelim.
Nereden çıktı Bu kaligrafi?
Pandemi döneminde birçoğumuz gibi sosyal medyayı oldukça yoğun kullandım. Hatırlarsınız; ekmek yapma videoları ve challenge’lar rüzgarı tüm kuvveti ile esiyordu. Beni ise o dönemlerde ana sayfama düşen modern kaligrafi çizimleri çok etkiliyordu. Renkli kalemlerin defterin yüzeyinde çıkardığı sesler, renklerin verdiği neşe, pozitif hisler ve yaratıcılıklar karşısındaki hayretim… “Neden ben de denemiyorum? Nasılsa evdeyim” diyerek yeni bir hobi için kolları sıvadım. Hemen kalemlerimi sipariş ettim, instagramda reelsler, youtube’da videolar kaydettim. Kendi kendime yol aldım, başlangıçta taklitlerle ilerledim fakat öğrendiklerim yeterli gelmedi. Daha iyi yazmayı, kalemler arasındaki farkı, daha farklı neler yapabileceğimi öğrenmek istiyordum. Sonunda çok tatlı bir kaligrafi öğretmeni buldum ve online dersler almaya başladım (Yeri gelmişken o zamanki öğretmenim, şimdi arkadaşım Eylem’e tekrar teşekkür edeyim 😊 ).
1 aylık online derslerden sonra kendi kendime farklı teknikleri kaligrafiye uygulamayı öğrendim. Öğrendiklerimi storylerde paylaşmazsam olmadı tabii 😄 Arkadaşlarımın beğenileri, nereden aklına geldi kaligrafi soruları ile motive olmuş, hızımı almış gidiyordum.
Ne zaman yeni hobi edinsem veya yeni deneyime atılsam, akabinde gelen ortak sorular tabii ki kaligrafi için de geldi:
Ne kadar devam edeceksin bakalım?
Bu kez bırakma en azından!
Sıkılmam ve Kaligrafinin Gidişi
Evden çalışan biri olarak, trafik eziyeti saatlerinde evde olmanın ve zamanı değerlendirebilmenin şansına sahip olmak gerçekten büyük bir lüks. Bir süre, her sabah çalışmaya başlamadan önce kaligrafi kalemlerimle ve yazılarımla büyük bir haz alarak güne başlıyordum. Arkadaşlarıma onlar için yazılar yazıp gönderiyordum.
Fakat bir gün, kaligrafiye karşı -kelimenin tam anlamıyla- aniden gelen bir tiksinti, soğukluk hissettim. O gün tüm kalemlerimi kutulara kaldırdım. Bir süre sonra da terastaki bir bir rafta buldular kendilerini. Yaklaşık bir yıl, küçük bir servet yatırdığım kalemlerime ve defterlere hiç dokunmadım. Tahmin edersiniz çevremden neler duyduğumu:
Neden bıraktın? O kadar da para harcadın o kalemler.
En azından bunda devam etseydin
Keşke bir tanesini sürdürsen. Yeni bir şeye başlamadan daha çok düşün artık, aynı hatayı yapma.
Peki, yeni hobiler edinmek, maddi ve manevi kaynaklar ayırmak, ancak sıkıldığımızda ve başlangıçtaki heyecanı kaybettiğimizde bırakmak hata mı? Hobimi bıraktığım için “maymun iştahlılar” grubuna mı dahil oldum 😊
Birçok kişinin aksine benim için durum tam tersi. Öğrencilik yıllarımda (üniversiteye kadar), ailem bitmek bilmeyen sınavlara hazırlanmam için zamanımı diğer arkadaşlarım gibi halk oyunlarına, sosyal derslere, spora veya sanata ayırmak yerine matematik-fen gibi derslere vermem konusunda ısrarcıydı. Ben de uslu çocuk olmanın birinci kuralı gereği !😞 hiç ısrar etmedim ama yıllarca bana söylendiği, söz verildiği gibi üniversite yıllarımı bekledim. Üniversitede başladı, fırsat bu fırsat diyip farklı hobiler edinmeye de bu ara başladım. Resim, dans, müzik aletleri, heykel vb birçok sanat ve müzik dalı denedim. Her defasında “bunu da mı bırakıyorsun” yorumu ile karşılaştım. Onlar bunu söylemekten ben de kendi bakış açımı anlatmaktan hiç vazgeçmedik 😄
Bence hepimiz yeni bir heykel yapmak, yeni bir dansa başlamak gibi hobiler edinirken, okul ve iş hayatında belirlenen hedefler ve performans metriklerine benzer bir sonuç odaklı olma baskısı yerine, deneyimin kendisine, alacağımız keyfe odaklanmalıyız. Ben nereden bileyim heykel dersine başlarken heykel yapmayı sevip-sevmeyeceğimi? Ben nereden bileyim horon derslerinin bu kadar keyifli olacağını? Ben nerede bileyim ki kaligrafinin meditasyon gibi insanı şimdiye getirdiğini ve böyle keyif verdiğini? Verdiği keyfi, benim ondan ne kadar hoşlanacağımı bilmeden neden kendime bunu uzun süreler boyunca yapmam gerektiği konusunda sözler vermeliyim ? Eğer kalimba çalmayı sevmediysem neden bunda ısrar edip, zamanımdan çalayım ve kendime bu süreyi eziyet haline getireyim? Yalnız bu noktada kendimi yanlış anlatmış olma, yazı yoluyla aktarımda hata olma ihtimaline karşı şu konuya açıklık getirmem gerekiyor; başladığımız işte, hobide bir süre sebat etmek, emek vermek, hem kendimize hem de o yeni deneyime şans vermek elbette çok önemli. İlk günden, ilk haftadan “bu bana göre değilmiş” demek biraz da ön yargı içeriyor sanki. Biraz daha kolaya kaçıyoruz gibi. Hem kendi sınırlarımızı görmek hem de yeteneklerimizi keşfetmek için biraz zaman verilmeli elbette. Yukarıda kastettiğim bu değil. Her şeyde, hayatın her alanında olduğu gibi burada da denge anahtar kelimem. Fakat etrafımda bir çok kişi görüyorum; sıkıldıkları halde aynı hobilerine devam ediyorlar. Veya küçüklüğümüzde daha sık duyduğumuz, anne-babalarımızın kuşağında popüler olan “maymun iştahlı olma hali”nden korkuyorlar ve bazen yeni bir deneyime bile sırtlarını dönebiliyorlar. İşte bu noktada kendi düşüncemi paylaşmak istedim.
Bizler her gün, her hafta, her yıl değişirken zevklerimiz, keyif aldığımız şeyler neden değişmesin ki? Değişimin her haline, her yerde izin verdiğimizde ne de çok rahatlayacağız halbuki.
Geçen yıllarda günde 12 kez dinlediğin o şarkıyı bugün dinlediğinde aynı duyguları hissediyor musun? Veya o günkü kadar keyif alıyor musun? Ya da geçen yıl bayılarak aldığın o kazağı bu yıl kışlıklar arasından çıkardığında yeni aynı heyecanı veriyor mu? Bazen sıkılabiliriz, bazen bir ara vermek isteyebiliriz. Belki de o dönem sadece biraz boşluğa ihtiyacımız var. Bu boşlukları yaratmak için kendimize izin vermeliyiz ki, boşluklardan “yeni”leri sızabilsin, o gün ihtiyacımız olanlar içeriye girebilsin (benim fikrim bu yönde). Geçen yıl kaligrafi için veya daha öncesinde heykel derslerim için aynı şeyi yaptığımda, ara verip devam edip etmeme konusunda karar vermek için zaman tanıdığımda hiç pişman olmadım. Hatta kendime bu esneklik için teşekkür ettim. Ara verebilme hakkını tanıdım kendime. Her ikisini de denerken çok keyif aldığım, mutlu olduğum günler oldu. Ama araya ihtiyacım olduğunda da sıkı sıkı tutunmak yerine biraz gevşettim ellerimi. İşte o zaman hayatıma saksafon girdi. Yıllardır istediğim ama enstrüman fiyatı nedeniyle yaklaşık 12 yıl ertelediğim enstrüman😄 Saksafonu alırken de yapacağım yatırım nedeniyle aynı yorumları aldım fakat hiç tereddüt etmedim çünkü neye ihtiyacım olduğunu biliyordum. Sonra ne mi oldu? saksafon derslerime bayıla bayıla gidiyorum. Yeteneğim olduğunu düşünmüyorum, hatta başarılı olduğumu bile düşünmüyorum ama keyif aldığımı biliyorum 🥰 Dün ve bugün ise kaligrafi bir anda, gittiği gün gibi aniden hayatıma geri döndü. Tekrar yazmaya başladım. İyi ki ara vermişim ve saksafona yer açmışım. Biliyorum ki denediklerimin her biri benim için önemliydi ve bana katacaklarını kattılar. Zamanı geldiğinde teşekkür ederek, verdiği mutluluk ve keyiflerle onları uğurlamak da benim seçimim olmalı ve bundan utanç, pişmanlık duymamalıyım. En azından benim bakış açım böyle 🤓 Bu deneyimlere, hobilere yer açıp, deneyebilecek kadar imkana sahip olmak için çok bekledim, çabaladım ve artık “maymun iştahlı” olmayacağım diye bir günü bile erteleyecek zamanım kalmadı 😄 Sonuç olarak kim ne derse desin ben kendimi maymun iştahlı olarak görmüyorum.
Sevgiler
Duygu